Raporun tamamı için:
https://www.maarifplatformu.com/yeni-bir-olcme-degerlendirme-vizyonu-sonuc-raporu/
Basın duyurusu için:
https://www.maarifplatformu.com/turkiyenin-egitim-gelecegi-masaya-yatirildi-yeni-bir-olcme-ve-degerlendirme-vizyonu-calistayi-basin-toplantisi-duzenleniyor/
İstanbul – 26 Haziran 2025,
İnsan ve Medeniyet Hareketi Genel Merkezi, Eyüp -İstanbul
Bursa'nın bereketli topraklarında, ilhamını kadim medeniyetimizin hikmetinden ve irfanından alan bir niyetle; 17-18 Mayıs 2025 tarihlerinde Maarif Platformu, Enderun Özgün Eğitimciler Derneği ve Bursa İnsan Vakfı Şubesi'nin omuz omuza verdiği "Yeni Bir Ölçme ve Değerlendirme Vizyonu Çalıştayı"nda bir araya geldik. Eğitim sistemimizin geleceğini, sınav odaklı yapının ötesine geçen köklü bir dönüşüm anlayışıyla ele aldık.
Çalıştayın ardından, sonraki günlerde aralıklarla bir araya gelerek sonuçları titizlikle rafine ettik. Aradan geçen sürede yapılan atölye çalışmaları, istişareler ve değerlendirmelerle çalıştayda ortaya konan vizyon olgunlaştırıldı, raporun ayrıntıları tamamlandı.
Ve nihayet, 26 Haziran 2025 tarihinde tarihî dokusu ve manevi havasıyla öne çıkan İnsan ve Medeniyet Vakfı’nın Mevlevihane salonunda bir araya geldik. Bu anlamlı mekânda, uzun bir emek ve fikir yolculuğunun ürünü olan raporu kamuoyuyla paylaşmanın heyecanını yaşadık.
Bu buluşma, sadece bir raporun sunumu değil; medeniyet tasavvuruna dayalı yeni bir eğitim anlayışının kamusal hafızaya nakşedilmesiydi.
Amacımız, eğitim sistemimizin atar damarlarından biri olan ancak adeta bir mengeneye dönüşen ölçme, değerlendirme ve sınav uygulamalarının üzerine cesaretle gitmek, bu mengenenin sıktığı potansiyelleri özgürleştirecek bir kapı aralamak, eğitimi sınavlardan ibaret gören anlayıştan kurtulmasını sağlamak…
Emek ve gayretle yoğrulmuş raporumuzun yayınlanmasının heyecanını yaşıyoruz. Ancak, bu raporun basın bültenini sunarken, bu tarihi buluşmaya dair özet bir bilgi sunmak isteriz.
Bu değerli çalıştay, sadece Bursa'nın bereketli topraklarına değil, Türkiye'nin dört bir yanından gelen ilim ve irfan sevdalılarına kucak açtı. Başta Uludağ Üniversitesi'nin güzide akademisyenleri ve Bursa ve İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü yetkilileri olmak üzere, İstanbul ve Antalya’dan Konya'ya, Samsun, Balıkesir ve Kütahya'dan, Düzce ve Sakarya'ya kadar birçok ilimizden katılımcılar oldu. Alanında yetkin iş adamları, öğretmenler, okul yöneticileri ve meslek dünyasının kıymetli temsilcileri, bu çalıştaya emek ve gönül birliğiyle katkı sundular. Yaklaşık yüz kişinin kolektif zihni ve yüreğiyle vücut bulan bu esere, katkı sunan herkese şükran borçluyuz.
İki gün boyunca, genç dimağları rakamların ve sıralamaların dar kalıplarına sıkıştıran, öğretmenin ilham veren rolünü bir kenara itip onu bir “sınav görevlisine” indirgeyen, eğitimi bir bütün olarak değil, parçalı bir bilgi yığınına dönüştüren mevcut sistemin adeta bir MR’ını çektik. Gördük ki, merkeziyetçiliğin beton duvarları arasında özgün filizler boy veremiyor, tek tipliliğin gri sisi altında milli kültürümüzün cıvıl cıvıl renkleri soluyor.
Çalıştayımızdan çıkan en net fotoğraf şudur: Eğitim sistemimiz, bilgi obezitesinden mustarip ama ruhsal vitamin eksikliği çekiyor! Çocuklarımızı “testkolik” yapmak yerine, onların merak duygularını kamçılayan, yeteneklerini keşfeden ve karakterlerini inşa eden bir iklime acilen ihtiyacımız var.
İşte bu şuurla, "Yeni Bir Ölçme Değerlendirme Vizyonu Çalıştayı"nda sadece sorunları masaya yatırmakla kalmadık, aynı zamanda umut dolu bir geleceğin tohumlarını ektik. Bu tohumların nasıl yeşereceğine dair bir rehber niteliğinde ola raporumuz böylece ortaya çıktı.
Raporun tamamı aşağıdaki linkte tüm eğitim sevdalılarının dikkatine sunulmuştur.
https://www.maarifplatformu.com/yeni-bir-olcme-degerlendirme-vizyonu-sonuc-raporu/
Kimliksizliğin Kuyusundan Medeniyet Ufkuna: Sınav Tünelinden Aydınlık Yarınlara
Çalıştay müzakerelerimizde zorunlu eğitimin 5, 8 veya 12 yıl gibi sayısal bir tartışmanın ötesinde, ferdin kendisini keşfetme, yeteneklerini geliştirme ve geleceğine yön verme sürecinde önemli bir araç halinde yeniden ele alınması konuşuldu. Bu derinlemesine sorgulamanın rehberliğinde şu can alıcı sorulara cevap aradık:
Raporumuz, özellikle şu hayati soruyu güçlü biçimde gündeme taşıdı: "Çözüm nerede?"Çözüm, eğitimde “kimlik mimarisi”ni kurmaktan geçiyor. Öğrencinin sadece kafasını değil, yüreğini ve ruhunu da inşa edecek bir perspektif inşa edilmedikçe, hiçbir reform köklü olamaz. Çünkü insan, sadece bilgiyle değil; anlamla, aidiyetle, inançla ve idealle büyür. Bugünkü eğitim sistemi, kökünden koparılmış bir ağaca benziyor. Toprakla bağı kesilmiş, gövdesi yabancı ellerin budamasıyla şekilsizleşmiş bu eğitim ağacı, artık meyve değil gölge bile veremiyor. Kimliksizliğin en tehlikeli formu işte burada baş gösteriyor: Zekâ var ama yön yok, çaba var ama hedef yok, başarı var ama aidiyet yok.
Raporda, Maarif Modeli (Yeni Müfredat) ile birlikte atılan bazı olumlu adımların eğitimin kimlik kazanma sürecine katkısı da ayrıntılı biçimde değerlendirildi. Bu adımların taşıdığı anlam, değeri ve potansiyeli çalıştayda kapsamlı biçimde müzakere edildi ve ulaşılan ortak kanaatler rapora yansıtıldı. Yeni Müfredat çalışmaları ile bir kapı aralanmıştır, fakat kapının ardına kadar açılması ve ardındaki medeniyet bahçesine ulaşılması için daha güçlü bir irade, daha derinlikli bir vizyon gerekir. Çağdaşlığı taklit değil, kendi çağını kurmak olarak görmedikçe; modernliği takoz değil kaldıraç yapmadıkça ilerleyemeyiz.
Raporda vurgu yapıldığı gibi, bilimde aşk olmazsa, formüller mekanik kalır. Fikrin arkasında inanç, kavramların arkasında kültür olmazsa, ortaya çıkan sadece “bilgi kırıntısı” olur. Öğrencilerimize kendi kavramlarımızla düşünebilme, kendi kelimelerimizle üretebilme gücü kazandırdığımız takdirde ancak o zaman bilimde buluş; sanatta ruh; teknikte şahsiyet çıkar ortaya çıkacak; gençliğimiz aşağılık kompleksinden ve taklitçilikten kurtulacaktır.
LGS ve YKS gibi merkezi sınavların eğitim sistemini nasıl bir kangrene dönüştürdüğü, öğrenmeyi yüzeysel başarıya indirgediği ve bu yapının eğitimi nasıl yozlaştırdığı, çalıştayın merkezinde ele alınan temel meselelerden biriydi. Bu bağlamda, daha adil, insani ve anlamlı alternatif ölçme-değerlendirme modelleri geliştirme arayışı çalıştayın ana eksenini oluşturdu.
LGS gibi merkezi sınavlar bu sistemde, öğrenciye lise kapısında bir 'damga numarası' vurmaktan, en parlak beyinleri özel üretim bantlarından geçirip, sonra da 'ihracat kapıları' olan üniversitelerden Batı'nın beyin ambarlarına postalamaktan başka bir işe yaramamaktadır. İşte bu yüzden LGS'nin kaldırılması, eğitim tarihimizde bir 'zincir kırma' zaferi olacaktır! Amaç, sadece sınavları değil, bu 'ithal akıl, yerli köle' düzenini de tarihin çöp sepetine göndermektir. Gayemiz; öğrencilerimizi kendi mahallelerinden okullara göndermek, dehalarımızı kendi vatan toprağında filizlendirip, üniversite gençliğini 'Batı'ya vize kuyruğu' olmaktan çıkarıp, üniversitelerimizi birer 'Millî Değer Üretim Merkezi'ne dönüştürmektir.
Sistem, sanki görünmeyen bir el tarafından "en iyi beyinleri, “yer üstü madenlerimizi” dışarı akıt" komutu ile kurulmuş gibi. Adeta bir tersine sele kapılmışız; bilgi, birikim, yetenek ne varsa ülke dışına doğru savruluyor. Yüzde bir dilimle girilen çoğu liselerin %90 a yakını dışarı akıyor (İstanbul Erkek Lisesi, Robert Kolej, Koç Lisesi, Galatasaray Lisesi…) Gidişleri tek yönlü; dönüşleri meçhul. Kendi elimizle yetiştirdiğimiz evlatlarımız, başkalarının laboratuvarlarında formül; başkalarının sahnesinde figüran oluyor. Böylece Türkiye, beynini kaybeden bir bedene dönüşüyor.
Raporda altı çizilen en çarpıcı tespitlerden biri, üniversite kontenjanlarının kontrolsüz biçimde artırılmasının, yükseköğretimi adım adım bir “kalabalıklar mektebi”ne dönüştürmüş olmasıdır. Ancak sorun, yalnızca üniversite düzeyindeki bu nicelik tuzağıyla sınırlı değildir; asıl mesele çok daha geriden, zorunlu ve tek tip müfredatla örülmüş lise eğitiminden başlamaktadır.
Bugün liseye giren her öğrenci, hiçbir ciddi ölçme-değerlendirme sistemine tabi tutulmadan mezun olmaktadır. Portfolyo, yeterlilik, proje ya da sınıfta kalma gibi kavramlar sistem dışına itilmiş, adeta “herkese diploma, kimseye meslek” formülü yerleşmiştir. Lise diplomaları, bir başarı göstergesi değil, üniversite yarışına giriş kartına dönüşmüş; böylece zorunlu lise eğitimi, zoraki üniversite hayatını doğurmuştur.
Birçok öğrenci meslek sahibi olmak istemesine rağmen, sosyal baskı, sistem dayatması ve alternatifsizlik sebebiyle herkes bir üniversiteye kapağı atmaya zorlanmakta; bu da üniversiteyi hem amacından saptırmakta hem de içeriğini boşaltmaktadır. Üniversite, ilim ve ihtisas yuvası olmaktan çıkıp, lise sonrası “bekleme salonuna” dönüşmüştür. Bugün üniversite diploması, çoğu zaman bir meslek değil, bir belirsizlik sürecinin ertelenmiş sonudur. Eğitim sistemimiz, yetkin insan yetiştirmekten çok, kalabalıkları oyalayan bir döngüye dönüşmüştür. Bu döngüyü kırmadan, üniversiteye ne kalite ne de topluma da umut gelecektir.
Çalıştayımızda üç ana ameliyat masası kuruldu Eğitimin Felsefesi ve Medeniyet Tasavvuru (Ruh Ameliyatı), Kademeler Arası Geçişte Verimlilik ve Mesleki Yönlendirme (Rota Ayarı), Üniversite Sınavının Ortaöğretimin İçeriğini Belirleme Düzeyi (Filtre Temizliği). Bu toplantılarda ortaya konan ve acil çözüm gerektiren temel sorunlara dair teşhislerle birlikte, raporda ayrıntılı şekilde sunulan çözüm önerilerinin özetini burada paylaşıyoruz.
1. Eğitimin Kimliği ve Muhtevası: Yerli Tohum, Evrensel Ufuk!
Teşhis: Eğitimimiz, ne yazık ki “değerli kumaşı parçalayıp çürük iplikle dikerek elbise yapmaya” çalışıyor. Değerli kumaş kabiliyetli gençliğimiz ve yeni yetişen nesillerimizdir. Çürük iplik ise eğitim felsefesinin oturduğu seküler-pozitivist anlayıştır. İplik çürük olduğu için değerli kumaş dikiş tutmuyor ve ziyan oluyor. Kendi medeniyetimizin köklerinden beslenmeyen, merkeziyetçiliğin katı kalıplarına sıkışmış bir müfredat, gençlerimizi hem kendi özüne hem de çağın ruhuna yabancılaştırıyor.
Reçete: Müfredatımızı, kendi medeniyetimizin irfan pınarından besleyerek, tarihimizin altın sayfalarından ve kültürel zenginliklerimizden ilham alarak yeniden dokumalıyız. Bu yerli tohumu, evrensel değerlerle ve çağın bilgisiyle yeşertmeliyiz. Mottomuz: "Kökü mazide, gözü atide bir eğitim!" Müfredatın direksiyonunu Batılı seküler-pozitivist anlayıştan alıp, hikmetle yoğrulmuş, dünyayı ve evreni bir bütün olarak algılayabilecek anlayışa bırakmak gerekir. Bu işi yaparken de sadece Ankara’dan değil yerel ve bölgesel ihtiyaçları da dikkate alarak taşradaki cevherleri de dikkate alarak hareket edilmelidir.
2. Sınav Sistemi: Mengeneden Merdivene, Mesleki Eğitim - Altın Bilezik!
Teşhis: Merkezi sınavlar (LGS, YKS), adeta bir “eğitim totemi” haline gelmiş durumda. Okulları özel öğretim kurslarına, öğrencileri ise “net avcısına” dönüştüren bu sistem, üniversite kapılarında bir “diplomalı işsizler ordusu” potansiyeli üretirken, altın değerindeki mesleki eğitimi “ikinci sınıf” muamelesine maruz bırakıyor.
Reçete: Sınavları bir “kader çizgisi” olmaktan çıkarıp, öğrencinin gelişimini destekleyen bir “yol arkadaşına” dönüştürmeliyiz. Tek bir sınavla “ya hep ya hiç” demek yerine, sürece yayılan, çok boyutlu değerlendirme modelleriyle her öğrencinin kendi yıldızını parlatmasına imkân tanımalıyız. Mottomuz: "Sınavlar araç olsun, amaç değil; her yeteneğe bir meslek yolu!" Zorunlu eğitim kademeleri ve süreleri, mesleki eğitime giden yolları otobana çevirecek şekilde yeniden tasarlanmalı. Lise süresi 3 yıla çekilip zorunluluktan çıkarılabilirken, meslek liseleri hem sayıca (%60 hedefiyle) hem de kalitece “tercih edilen okullar” ligine yükseltilmeli. Meslek lisesinden kendi alanındaki mühendisliğe geçiş yapanlara kırmızı halı serilmeli, burs ve ek puanlarla yolları açılmalı.
Peki, merkezi sınavların ağırlığı azaltılır da seçim biraz olsun okullara bırakılırsa, o meşhur 'torpil' canavarı ortaya çıkmaz mı? Elbette, 'kurda kuzu emanet edilir mi?' diyenler olacaktır. Ancak unutmayalım ki, sırf bu sivrisinek vızıltısından ürküp, gençlerimizi sınav mengenesinde boğmak, adeta yılana sarılmaktır. Çözüm, 'korkunun ecele faydası yok' deyip cesur adımlar atmakta: Merkezi sınavları tek saltanat sahibi olmaktan çıkarıp, onu lise başarıları, öğrencinin analitik düşünme ve kendini ifade becerileri, hatta mesleki yetkinlikleri gibi birçok oyuncudan sadece biri haline getirmektir. Tıpkı usta bir aşçının birçok baharatı ustaca kullanarak lezzetli bir yemek çıkarması gibi, biz de farklı değerlendirme araçlarını bir araya getirmeliyiz. Yeniden hayat bulacak, soruları merkezi hazırlanan ama uygulaması yerel olan ve bir nevi 'okulun karnesi' niteliğindeki ‘Bitirme Sınavları’ ve sağlam bir akreditasyon sistemiyle, okullar 'torpil listesiyle' değil, 'kalite belgesiyle' yarışır. Böylece ne şiş yanar ne kebap; hem merkezi tecrübeden (ÖSYM gibi) faydalanılır hem de okullar kendi öğrencisinin gelişim yolculuğuna daha adil bir not verebilir.
3. Ezberden Hünerlere, Tek Tiplilikten Yetenek Bahçesine!
Teşhis: Mevcut sistem, çocuklarımızın kafasını 'bilgi deposu' gibi görüyor ancak o bilgiyi nasıl kullanacaklarını, nasıl yeni fikirler üreteceklerini öğretmekte acımasızca yetersiz kalıyor. Okul süreci herkesi aynı tornadan geçirmeye çalışmak, birbirinden farklı renklerde çiçeklerin açacağı bir bahçe yerine, tek tip ürün veren ruhsuz bir tarlaya dönüştürüyor.
Reçete: Daha ilkokul sıralarından itibaren her öğrencimizin içindeki saklı cevheri bir kuyumcu titizliğiyle arayıp bulmalıyız. Yeni mottosuyla, "Her çocuk biricik, her zihin bir hazine!" diyerek yola çıkmalıyız. Ortaokul, genç fidanların hangi topraklarda daha iyi yeşereceğini keşfettiği bir 'yetenek keşif merkezi' olmalı, mesleki yönlendirme bu dönemde başlamalıdır. Öğretmenlerimize, özellikle de ilkokul öğretmenlerimize, öğrencinin ruhuna dokunan birer 'yetenek avcısı' ve 'karakter mimarı' olmaları için daha fazla güvenmeli ve yetki vermeliyiz. İlkokulun 5 yıla, ortaokulun ise 3 yıla çekilmesi, bu minik adımların daha sağlam atılmasına yardımcı olacaktır.
Sınavları dönüştürmeliyiz: "Açık defter/kitap sınav" gibi yaklaşımlarla, bilginin sadece ezberlenmesini değil, kullanılmasını, yorumlanmasını, sentezlenmesini ve yeni bilgiler üretilmesini teşvik eden sınav yöntemleri hayata geçirmeliyiz. Gözetmenli sınavın yapay ve stresli ortamını reddederken, sınavları güvenin, onurun ve vicdanın yeşereceği birer öğrenme alanı haline getirecek çözümler bulmalıyız. Böylece sınavlar, sadece bir not ve sıralama aracı olmaktan çıkıp, öğrencinin gerçek potansiyelini keşfettiği, mesleki eğilimlerini anladığı, en önemlisi de hayata dair ahlaki sorumluluk bilincini kazandığı, gerçek bir "yaşam provası"na dönüşebilir. Bu, bilginin kullanıldığı ve üretildiği, ahlakın eğitimin kalbine yerleştiği ve insan hakkı olarak düşünme ve üretme özgürlüğünün yüceltildiği bir eğitim vizyonudur.
Son Söz Yerine Çağrı:
"Yeni Bir Ölçme Değerlendirme Vizyonu Çalıştayı" sonuçları, eğitim gemimizin rotasını daha aydınlık limanlara çevirmek için bir pusula olma iddiasındadır. Bu rapor, sorunların röntgenini çekmekle kalmıyor, aynı zamanda “nasıl yaparız?” sorusuna uygulanabilir cevaplar sunuyor.
Başta Millî Eğitim Bakanlığımız olmak üzere tüm eğitim paydaşlarını, bu raporla ortaya konan vizyonu sahiplenmeye ve Türkiye’nin eğitimde şahlanışı için omuz omuza vermeye davet ediyoruz. Basınımızın değerli kalemlerinden de bu kıvılcımı bir meşaleye dönüştürerek, kamuoyunda bu heyecanı yaymalarını ve eğitimde yeni bir baharın müjdecisi olmalarını diliyoruz.
Saygılarımızla,
Çalıştay bilim ve düzenleme kurulları adına
İsmail Sağlam (Prof. Dr. TOSADER Başkanı, BUÜ. Felsefe ve Dini Bilimler),
Bayram Yılmaz (Eğitimci, Yazar, Enderun Özgün Eğitimciler Derneği
Osman Çakmak (Prof. Dr, Maarif Platformu Başkanı, İRÜ)
Ali İhsan Akçay (Dr. Öğ. Ü., BUÜ, Bursa İnsan Vakfı)
Enderun Özgün Eğitimciler Derneği
Maarif Platformu
İnsan Vakfı Bursa Şubesi
Raporun tamamı için tıklayınız: https://www.maarifplatformu.com/yeni-bir-olcme-degerlendirme-vizyonu-sonuc-raporu/
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.